30 Eylül 2014 Salı

Barışı Satmak, Yavrum, Zordur.

Sevgili John Bryan:
.... Bak, savaş konusunda, sana şiir formunda bir şey göndermeyeceğim çünkü az önce başka bir dergiye havan toplarından nasıl yırttığıma dair bir yazı yazdım ve şimdi çüküm öylece sarkıyor.
Aynı konuda ve aynı tarzda şiir yazıp durursan sen de o tarzda aynı şey olursun, ki-hiçtir.

Bu konuda sana biraz palavra sıkabilirim ama. (Sessiz karmaşada taşakların titreşmesinin üstüne yoktur.) Nereden başlanır? Paramparça olup farklı bir şey için ölmek korkunç olsa gerek... her yüzyıl, her 50 yıl, her 20 yıl. Bir yerde İnsan'ın yerini insan yapımı ve insandan daha zeki robotların alacağını okudum. Olacağına bak: tek yapmaları gereken yağmurun ve yıldırımın altında durmamak ve yıpranan parçaları değiştirmek... diş ağrısı, basur ya da düzüşmek gibi sorunlarla uğraşmayacaklar. Yapacak bir şey arayışıyla ortalıkta dolanacaklar ve yapacak fazla bir şey bulamayacaklar çünkü yemek gibi bir dertleri olmayacak, kira ödeyecek kadar aptal olmayacaklar, ayyaş hücresine düşerlerse de tadını çıkaracak kadar akıllı olacaklar. Fakat merak ediyorum, bu yavrular; acıyı, merhameti, şefkati, sevgilinin başka birinin kollarına gidişinin anlamını asla bilemeyecek olan bu yavrular, savaştan uzak duracak kadar zeki olabilecekler mi? Öyle olacaklarını düşünmek isterim
-geçmişi-mizin bu teneke gölgelerinin son hastalığı silip süpürmesini. Fakat nedendir bilmiyorum -bu doğuştan teneke kitlelere dair fotoğraflar çakıyor zihnimde... ezilmiş elektrik gözler... bakırdan çiçeklerin arasına yayılmış harikulade gümüşi beyinler... Tanrın, sorun ne? Sorun ne?

Şimdi, hemen başlayacağım ve sana bu hayalleri neden gördüğümü ve savaşı durdurmanın neden bu kadar zor olduğunu söyleyeceğim. Bu daha çok madeni paranın paslı yüzü, caymanın sundurması, ve iyi iş görmez, hiçbir zaman görmedi, çünkü barış için heyecan duymak zordur, ya da iman etmek, ya da seksüel yaklaşmak ya da bayrağın ucuna bağlayıp sallamak, ya da her neyse. Sözcükleri sen döşe; ben yorgunum. Yani, padre, barış Pazar çanı kadar yatıştırıcıdır. Barış için ulusal marşlar yazılmaz, kızlar önünde barış için soyunmaz, hiçbir zaman görmeyeceğin kentler ve sular ve tepeler ve günbatumları ve fahişeleri görmezsin, yabancı bir kentte bilmediğin bir dilde sarhoş olmazsın ve valinin karısını çimdiklemezsin kaybedecek hiçbir şeyin olmadığı için. Savaş sanat bile yaratır. Savaş olmasaydı Hemingway şişman ve osuruklu bir matadorun pembe gözlü şarapçı picadoru olurdu. Savaş ona batu yarıkürenin şaşı yarasalarına bir peri masalı uydurması için altın kapıyı açtı. Barış Salique gibi geliyor bana. Barışı pazarlamak, yavrum, zor. Neden, neden, neden, neden, kahretsin, neden?? ??. Kalafatını ayarla, anlatacağım. İnsanlar barışın ne olduğunu bilmiyorlar çünkü insanlar (çoğunluk) sözde barış zamanında bile barışa hiç sahip olmadılar. Sen karar ver. Bir çocuk düşün, küçük bir çocuk. Doğru dürüst yürümeye başladığı andan başlayarak onu okula gönderirler, beyni henüz yumuşakken, ve işlerler -ülkesinin ülkelerin ülkesi olduğunu söylerler. Meksika'da yaşıyorsan Meksika'dır o ülke. Fasulyeden gına gelmiştir, ama ileride güzel şeyler olacaktır. Brezilya'da yaşıyorsa, tamam, Brezilya. Ne diyeceklerini sanıyorsun onlara, Bermuda mı? İşlerina ihtiyaçları vardır. Almanya eşittir Almanya. Rusya Rusya'dır. Dünya ideolojilerine rağmen... Rusya başı oluşturuyor sanki, diğerleri bacakları... Aynı bizim gibi, başka ulusal sanayilerin mali kontrolünü ele geçirerek... Bizim için çalışmalarına izin vererek onlara özgürlüklerini bağışlıyoruz. Ama imdilik bir kenara koyalım bunu. Şu toy çocuğa geri dönelim. İleride kendini bir bar aynasının karşısında salya sümük nereye gittiğini merak ederken bulacak olan taze fidanımıza. Sonra küçük yumuşak kıçına kilise yapışır ve Gökteki Adam'ı anlatır ona. Dostum, bu hayli ürkütücü bir şey. Çoğumuz geçmek zorunda kaldık oradan... kesinlikle masa-altı yüzdeleriyle.. fakat elimizi masaya açıp kader dedik. Öyleyse, bu çocuk, bu ufaklık, bu bebek, küçük salam parçası, halihazırda açık ovaya çıkartılmış ve başı döndürülmüştür, hiçbir şansı kalmamıştır... o, samimiyetle söylüyorum, barış alanının tamamen dışındadır artık: sadakati onaylanmış ve ruhu demiryollarına gönderilmiştir, çünkü gitmesi gereken yer orasıdır. (Bir barakudayı iki gözünün ortasından vurabilirsin ama yine de cehenneme gitmez çünkü cehennemin nerede ya da ne olduğunu bilmez. Öte yandan, güzel baktık icabımıza, nihayet. Siktir.)

Sabahın dörde beş kalasında yatağa uzanmış yeşik kapaklı çizgili Empire Wire-Glo defterine kurşun kalemle bunu yazarken sana - sigaram bitti ve yatağın yanındaki eski iskemlenin üzerinde duran çay fincanı dolusu izmaritleri içiyorum ve sana kan-dökülmesin merhametini kutsayıp ona tapınmanın zor olduğunu anlatmaya çalışıyorum; sana barışı pazarlamanın neden bu kadar zor olduğunu anlatmaya çalışıyorum, çünkü sadece ay ışığında koşturan az sayıda, çok az sayıda, çok çok az sayıda canım tavşan bilir barışın ne olduğunu!!


Şu piçe dönelim tekrar, henüz uyumadıysan. Matematik öğretirler çocuğa. Washington'ın Delaware'i aştığını anlatırlar. İyi bir şey, eminim. Kızlar için ayrı erkekler için ayrı tuvaletleri var. Ve Brahms indirirler çocuğun kafasına, Schubert indirirler, o çelikten yumrum Beethoven'i indirirler, henüz kavrayamayacağı bir yaşta, ve hatırlar bunları, korunmasız gövdesine indirilen bu yumrukları, ve daha sonra isyan edip caza yönelir. İsyan edip caza yönelmek çok daha kolaydır başka bir ülkeye ya da tanrıya yönelmekten. Daha güvenlidir, daha ucuzdur ve neredeyse hiç risk taşımaz. Biliyorlar bunu; planlanmış; verirler onlara cazı. Biçim piçe cazı önce verseler, daha sonra Beethoven'e yönelecek ve o zaman ortalık karışacaktır, tehdit. Yavrum, onlar biliyorlar ne yaptıklarını. Barış diye bir şey hiç olmadı. Şimdi de onu futbol sahasına salar ve birilerini devirmesini söylerler. Onu biraz daha sınırlamak için bir şeyler daha anlatıp işe koşarlar -ki o da barış değildir. Uyusun, yemek yesin, alışveriş yapsın diye birkaç saat verirler, ama daha çok düzüşsün diye, sistemi sürdürecek bebeler yapsın diye, sonra işe tekrar.

Zihninine en ufak şans tanınmaz ufaklığın. Sıradan adama, "Savaştan yana mısın yoksa barıştan mı?" diye sorsan sana, "Barıştan yanayım, tabii ki. Savaş aptallıktır," diyecektir.

Barıştan yana olduğunu söylüyor fakat barışın ne olduğunu bilmiyor. Hiçbir zaman sahip olmamış.

Savaş için üretilmiş, onunla birlikte yaşıyor, her kıçını döndüğünde arka cebine uzanan altın-bacaklı bir fahişeyle birlikte yaşar gibi. Sen ne diyorsuni tutkuyla savaşır o, haykırır savaş diye! Fakat barışa aşık olmaz çünkü küçük erkek-bacaklarıyla düşe kalka yürümeye başladığından beri hiç bilmedi ki barışı. Ve her şey o kadar kahrolası korkunçlukta ki bazen öfkeden barbak bardak viskiyi duvara fırlatıyorum içeceğim yerde; İnsan'a ve onun kabuk bağlamış körlüğüne söverim sık sık, küçüklüğüne, her şeyi maymun gibi emişine... Yanılıyorum ama. Ne şansı olabilir ki zavallı piçin? Ve ben kim oluyorum da ölçüsünü almaya kalkıyorum? Ey, yıkılmış ve iblisleri kurutulmuş budala, diye çıkışır göbeği yağ tutmaya başlamış ve ikinci çocuktan sonra o topuksuz düz ayakkabıları giyen karısına. 2-3 kez ya da 6 kez işten kovulur, korkuya kapılır. Kafasının içi hava dolu araba sürer ve birkaç trafik kazası yapar. Taşakları ağrıyıncaya kadar vergilendirilir. Ne kadar çok para kazanırsa kazansın, hiçbir zaman parası yoktur. Bir günden ötekine rahat bir soluk alarak geçemez. Onu deşip şarap şişesini paylaştıkları ara sokağa götürmeye hazır bir boynuz sürüsü var hep, ağzı çabuk ve iyi laf yapmıyorsa şayet. Bu mu barış? Buna mı heyecan duyacak? Sonra, ışıksızlıktan ve yalandan hasta, bir hece ever erken gelir ve karısını (yağ bağlamış göbek falan) doğaz gaz sayacını okumaya gelen adamla yatakta bulur... barış mı? -hiç bilmedi ki. Daha başından bir boğa gibi, birine ya da bir şeye ya da bir yere toslamak üzere yetiştirilmişti.

Yanıt ne? Benim bütün bildiğim şu anda hapiste olmadığın (ki iyi, ve bencilce); fakat freneloji, hatta Güney'de yaşayan ve ateşi inceleyen görkemli bir boğa gibi şiir yazan dostlarımdan biri gibi bilardo uzamnı bile olmayan biri olarak, tek yanıt insan yetiştirmeye dair mevcut eğitim kavramlarımızı daha az dışlayıcı ve daha çok seçim tanıyan bir alana kaydırmak diyorum... daha çok seçim... tanrı, lider, ülke... müzik, aşk, spor, şamata, içki, nutuk.. demek istediğim şu ki, deniz dizlerimize ulaştı ve bizimle... zamanla... başka şeyleri düşünmek... ekmek, kolay am ve suçlamalar dışında,;;;;; sanıyorum neredeyse çok geç bunun için.. belki şu Hidrojen bombası hepimizin ödünü bokuna karıştırmaya yetecek kadar büyüktür ve şeref ve ülke gibi şeylerin hiçbir anlamı olmadığını idrak ederiz -boş bir mabette karanlık ilahiler, ve hala geçit veriyoruz teneke adamlara, zihnimizin teneke adamlarına, muhtemel geleceğimizin teneke adamlarına, bu savaş martavalına kanmaya devam edersek eğitildiğimiz üzere.

İçimizdeki o büyük şeyin bize söylediği gibi yürümeyi ve konuşmayı öğrenmenin zamanı artık. Daha iyi ve büyük mucizelerin ve onlara dair konuşmanın zamanı, bu kadar uzun zamandır nasıl yanıldığımızı görmenin... bu bir başlangıc, yakarış değil. Barış gerçekleşmekten başka bir şey için yakarmaz.

                                     
                                             topukluyorum,
                                                    barış seninle olsun,
                                                          Charles Bukowski.

0 yorum:

Yorum Gönder