19 Aralık 2014 Cuma

yeterli bir yudum alıp, sunmak için doğru anı beklemek

yazdıklarımı hem kendim için, hem de kendi yaşam anlarıma not düşmek için yazıyorum. çok karalamaktan ucunda boya birikmiş pastel boya kahverengisi duygularımı ve yeni öğrendiğim anın hissedilebilirliği üzerine düşündüklerimi kendime açıklama hissiyatımdan kaynaklı hepsi. yine de bi noktam hala korkarak içiyor her yudumunu, içmenin, nasıl yaşamanın, nasıl yaşamak gerektiğinin, nasıl öğretildiğinin ve neyin doğru neyin doğru olmadığını sorarak. istemeden de olsa doğrunun varlığının belirleniş yöntemlerinde olan tırtıklara takılarak. tırmalandığında canının acıması gerektiği düşündürdükleri için bundan en doğru sıyrılma yöntemini ararken sıyrılmak belki de. ya da her çıkıntıda biraz daha bilerek canını yakmak ve sonrasında her çıkıntının üzerine dans ederek, zıplayarak daha derine batmasını sağlamayı öğrenmek. kullanılabilecek bütün kelimelerle bile sadece aynı şeyleri söyleyebilme zorunluluğundan kaçınmanın tek yolu konuşmamak mı? sadece susarak, dokunarak, dokunamayarak, konuşmayarak da hissedilebilirliğin bir noktası yok mu ki? gündüz vassafın öğrettiği gibi konuşmanın sadece susmaya uyguladığı totaliter yapıyı yenmenin nasıl bi yolu olabilir ki? çığlık çığlığa susmanın.. hayır bi yandan da şu var, gerçekten de çok önemli mi mutlu olmak? varolabilmenin saf güzelliğinden çıkıp, duygularımla bunu sorgulayabilecek duruma nasıl geldim? yeterli bir yudum alıp, sadece vücuduna sunabileceğin doğru anı bekleyene kadar içmemek çok önemli mi, yoksa sadece iç gitsin mi? ya da lanet şeyleri söyleyebilme yöntemlerinin hepsinin acizliğine bırakmalı mıyım, bırakmamalı mıyım kendimi? bunların herhangi bir öneminin olduğunu düşünmemek gerekiyor da olabilir, olmayadabilir. herhangi bir konuda herhangi bir karar vermeye gerek var mı?

0 yorum:

Yorum Gönder