30 Temmuz 2014 Çarşamba

neyse.... ne diyordum, o ölen insanlar için üzülmüyorum

              yazıcağım şeylerde “-de -da, bağlaçlar, yapım ekleri, çekim ekleri, noktalama işaretlerinin, ayrı ve bitişik yazımların” hiçbir önemi yoktur. hala bunlaraa önem vermenin dünya üzerinde bişeyleri değiştirebileceğine inanmanızın mantıksızlığı hakkında kendimce söyleyebileceğim şeyler vardır. öncesinde bi sigara yakıp size bunları nasıl ilgi çekici ve güzel anlatabileceğim düşünmem gerekiyor ama. insan kafasının içinde geçirdiği vakitleri bilgisayar başına geldiğinde keşke hatırlayabilse, ah tabi, bi de keşke egolarımız, süper egolarımız, benliklerimiz olmasa. insanların birbirlerine bişeyler kanıtlama ihtiyacı duymadığı, belki ütopik, belki de evrimin bundan 1 milyar yıl önceki bi rastgele anında kafasına göre değiştirdiği küçük bi enerji parçacığı bunu sağlayabilirdi ama malesef şu an gelişimimizi farkındalığımızla keşfettiğimiz dönemdeyiz. görerek, konuşarak, tat ve koku alarak doğduğumuz dünyada bu duyularımızı normal karşılıyor ve bunlara gerçekten şaşırmayıp bu duyulara yönelik farklı pazarlama yöntemlerinin içinde boğuluyoruz. ya da ben salağım, sadece ben çok şaşırıyorum. algıda sıçıcılık adı altında yaşıyor da olunabilir tabi. ama çiçeğin çok güzel koktuğunu söylemek yerine koku almanın çok daha güzel olduğunu hissediyorum. hatta şu an insanların düşüncelerini farklı dillerle (titreşim parçacıkları) birbirlerine anlatabilmesi bile çok garip geliyor. bu işten para kazanan insanların ve insan birikiminin verdiği kararlar doğrultusunda anlaşabiliyoruz. ama herhangi bir duygu oluşumu daha varsa bunun bir kelimeye dökülene kadar başkasına aktarılamaması da aslında birazcık sıkıntılı bir durum. sonuçta “barış” kelimesinin dünya üzerinden tamamen kaldırıldığını düşünürsek, yeni nesilden “barış”ın ne olduğunu bilmesini beklememiz çok mantıksız olurdu. “Savaş barıştır. Özgürlük köleliktir. Cahillik güçtür.” 

             bütün siyasi düşüncelerin, etik değerlerin, modanın, seks anlayışının ve bunun gibi zilyon tane düşüncenin dönemsel toplu kararlar olduğunu düşünürseniz, bunlara ne kadar saygı ve bağlılık göstermeniz gerektiğini sorgulamanız gerekir mi? savaşta ölen çocuklar için çok üzüldüğünüzü biliyorum, içiniz cız ediyor bu sırada orada 3 yaşındaki çocuğun kolu kopuyor, diğer yandan afrikada bir kadın açlıktan ölüyor ve yine içiniz cız ediyor, gözleriniz doluyor… çok üzülüyorsunuz gerçekten...sonra ağlamanız geçiyor ve televizyona dalıyorsunuz.. masanın üzerinde duran bir gofret gözünüze çarpıyolar ve mükemmel bir ısırığı hakettiğini düşünüyorsunuz. vee beklenen an. bu süre içinde bir çocuğun 15 santim yanında patlayan bomba öyle mükemmel bir kuvvet uyguluyor ki (tam da bombadan yapılması istenileni yapıyor) çocuğun göğüs kafesindeki kemikler parçalanıp bembeyaz parçacıklar halinde gökyüzüne dağılıyor ve sonra onlar için dua ediyoruz. tekrar böyle şeyler olmasın diye, tekrar insanlar ölmesin, kimse kimseyi öldürmesin… tanrım nolur! nolur olmasın!! ulaşmasını istediğiniz yere kutsal bir mailboxtan mail yolluyorsunuz, görüldü yazıyor ama cevap vermiyor. tabi bunlar bizim başımıza gelmediği için gündelik yuvarlanmamıza devam ederek bu konuları “arkadaş, eş, dost ve bilimumlar ötesi yeni insan”la tartışıyoruz. neyse ne diyordum, o ölen insanlar için üzülmüyorum. dünyanın gerçek düzeninin getirilerinden başka hiçbir şey değil, saçma olabileceğini düşündüğüm bir örnekle hayatı bir bilgisayar kasası olarak görebilirsek.!? insanların öldürüldüğü yer sadece ram kısmı olabilir ya da başka bir parçası. ne kadar olanlar için üzüldüğümüzü söylesek de sirkülasyonun ve sürekliliğin devamı için bunlar biz insanların kendi ürettiği şeyler gibime geliyor. sadece kendi başına geldiği zaman gerçekten üzülebiliyorsun, bunun etkileri de psikolojik dayanıklılığına göre zamanla yerini başka duygulara bırakıyor. istersen delir, istersen acından koşarak duvarlara çarpıp, kalkıp balkondon atlayıp ya da gidip ılık süt içip kendini sakinleştir. hiçbi anlamı yok. diğer ucu soyutluğa dayanan herşey bir süre daha dünya üzerinde hükmünü sürdürecektir. hatta bunun devamını garantilemek için her ülke güzel taktikler uyguluyor gibime geliyor. 


          "hiçbirşeyin anlami yok diyerek intihar edenlere şaşıyorum. tam tersine yaşamak için en güzel sebep bu. çünkü her şeyin anlamlı olduğu bir dunyadan intiharla bile kaçamazsınız.” bunu unutmayayım diye yazdım buraya, pek bi alakası yok. neyse, teknolojinin de gelişmesiyle yaptığımız ve düşündüğümüz herşeyi başka insanlara empoze etmeye çalışmamız, kendimizi başka insanlara kabul ettirebilme çabamız, güzel ve sevilen şeylere imza atarak belirli bir kesimden sıyrılma isteğimiz.  bazı olgular fiziksel olarak pek bi yer etmese de kollektif bir algılama ile kendilerinden söz ettirirler. bu şekilde oluşan varlıklar ontolojik bir evden oluştururlar. bu algı şeklinin tamamı doğal evreni algılama tarzımızdan farklı olarak “sosyal evren” adıyla adlandırılır. tabi bu da tüm insanlıkta disiplin, zarafet, iyi-kötü, sistem, demokrasi, hukuk ve bunun gibi bir sürü ontolojik  varlık olması anlamına geliyor. çok bildiğimden mi söylüyorum, yok ama biraz yukarıda yazdığım paragrafta geçen “dönemsel toplu kararlar” cümlesini açıklamak istedim. zaten şu an çok bişey yazıcak kafada değilmişim, sonra devam ederim.

0 yorum:

Yorum Gönder